42-ŞÛRA:
1-2 Hâ-mîm. Ayn-sîn-qaf.
3-5 İşte (hakikati) böyle vahiyde) veriyor sana, -senden evvelkilere de (aynı
hakikati vahy etmişti)- Allah; o azîz-hakîm. (Vahy ettiği hakikat şudur):
O'nundur bütün göklerdeki ve yerdeki ve O öyle ulu, öyle azîm [büyük] ki:
Gökler hemen hemen üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar, melekler hamd
ile Rab'lerine teşbih ediyorlar ve yerdeki kimse(ler) için mağfiret diliyorlar.
Uyan! Allah'tır ancak öyle gafur [bağışlayıcı], öyle rahîm [merhametli].
6 O'nun berisinden velî/[dost ve hâmillere tutunanlara gelince, onların da
üzerlerine Allah gözcü, sen değilsin üzerlerine vekîl.
7 Ve işte böyle sana Arabî [dil ve kültür itibariyle Arab'a has] bir kur'ân
[hitabe] vahyetmekteyiz ki: Ummu'l-Kurâ'yı [Mekkeli-leri] ve çevresindekileri
(uyarıp) sakındırasın ve o topla(n)ma gününün dehşetini haber veresin, -(ki
o günün geleceğinde) şüphe yok- (o gün) bir fırka cennette, bir fırka saîrde
[çılgın ateşte].
8 Dileseydi Allah elbet hepsini bir ümmet de yapardı, velakin dilediğini
rahmetine koyuyor da zalimlere gelince, ne bir velî [dost] var onlara, ne
de bir nasîr [yardımcı].
9 Yoksa O'ndan beride velî/[dost ve hâmiller mi edindiler? Fakat Allah'tır
ancak velî, ölüleri O diriltir ve her şeye kadir O'dur.
10 İhtilaf ettiğiniz herhangi birşey hakkında da hüküm Allah'a aittir. "İşte"
de "o Allah benim rabbim, ben O'na (güvenip) dayanmaktayım ve hep O'na
sığınırım".
11 O gökleri ve yeri yaratan, size kendi (cins)lerinizden çift/[eş]ler yapmış,
-en'âm/[deve, koyun, keçi ve sığır]dan5 da çiftler (yaratmıştır)- sizi o suretle
üretip duruyor. (Fakat) O'nun misli gibi birşey yoktur ve O öyle semî [işiten],
öyle ba-sîr/[gören]dir.
12 Göklerin, yerin kilitleri O'nun; rızkı dilediğine (hem bol verip) açar
ve (hem de) kısar, çünkü O her şeyi bilir.
13 Sizin için, dinden Nuh'a tavsiye ettiğini ve sana vahyeylediğimizi ve
İbrahim'e ve Musa'ya ve isa'ya tavsiye kıldığımızı teşrî buyurdu; şöyle ki:
"Dîni doğru tutun7 ve onda tefrikaya düşmeyin!" Müşriklere, bu davet
ettiğin emir [Allah'ı birleyip O'na teslim olma işi] ağır geldi, Allah ona
dilediklerini seçecek ve (kendisine yönelip) yüz tutanları ona hidayetle erdirecektir.
14 Tefrikaya düşmeleri ise kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarında(ki)
bağy u ihtiras/[haset ve kıskançlıktan dolayıdır ve eğer Rabbinden, "Müsemma
bir ecele [belirlenmiş bir süreye] kadar" diye bir kelime geçmiş olmasaydı,
aralarında hükm-i kaza mutlak(a) icra edilir, (işleri) bitirilirdi. Arkalarından
kitaba vâris kılınanlar da ondan işkilli bir şek (ve şüphe) içindedirler.
15 Onun için sen durma davet et ve emrolunduğun gibi doğru git, onların hevalarına
tâbi olma ve de ki: "Ben Allah'ın indirdiği her kitaba iman getirdim
ve emrolundum ki: Aranızda adalet yapayım. Allah
bizim rabbimiz (olduğu gibi), sizin de rabbiniz. Bize (kendi) amellerimizin
sorumluluğu), size de (kendi) amelleriniz(in sorumluluğu vardır, hak açık
olduğundan), sizinle aramızda hüccet [delil getirmeye, tartışmaya hacet] yok.
Allah hepimizi bir-araya getirecek ve hep (dönülüp) O'na gidilecektir .
16-17 (O'nun) bu (daveti) kabul olunduktan sonra Allah (veya Allah'ın dîni)
hakkında ihticaca [tanışmaya] kalkışacakların, Rab'leri huzurunda hüccet/[delil]leri
sakıttır (geçersizdir], üzerlerine bir gazap ve kendilerine şedit [şiddetli]
bir azap vardır; (çünkü) O Allah'tır ki, hakka dair kitap ve mîzan indirdi.
Ve ne bilirsin belki (kıyamet) saat(i) yakındır.
18 Onu, ona inanmayan(lar)/imansızlar acele isterler, iman edenler ise onun
hak olduğunu (ve mutlaka kopacağını) bilirler de ondan korkar-sakınırlar.
İyi bil ki, o (kıyamet) saat(i) hakkında mücadele edenler her halde [şüphesiz]
uzak bir dalal(et) içindedirler.
19 Allah (kıyamet gününden korkup vazifesini yapan) kullarına çok lütufkârdır,
her dilediğini bir suretle merzuk kılar [rızıklandırır] ve O öyle kavî [güçlü],
öyle azîz.
20 Her kim âhiret ekimi isterse ona, ekinini artırırız; herkim de dünya ekimi
isterse ona da ondan veririz, amma âhirette ona hiç nasip yoktur.
21 Yoksa onların (Allah'a ortak olmak için küfür) şerikleri [ortakları] var
(da), onlara dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru kıldılar öyle mi?
Eğer o fasl kelimesi olmasaydı, aralarında hüküm icra edilir, (işleri) bitirilirdi
ve şüphesiz ki zalimler için elîm [acı] bir azap vardır.
22 Göreceksin o zalimleri kazandıkları (günahları)ndan (ötürü) titrerlerken,
o ise tepelerine inmekte.
İman edip (salih amel işleyerek) güzel güzel işler yapanlar ise cennetlerin
hoş hoş ravzalarında,15 onlara Rab'lerinin indinde ne dilerlerse var; işte
bu, o büyük fazl [lütuf].
23 İşte bu müjdedir ki: Allah (onu) iman edip iyi iyi işler yapan kullarına
tebşir buyuruyor [müjdeliyor].
(Ey Muhammed)! De ki: "Buna karşı(lık) sizden yakınlıkta sevgiden başka
bir ecir [ücret] istemem".
Ve herkim çalışır bir güzellik kazanırsa ona, (mükâfat olarak) onda daha
ziyade bir güzellik veririz, çünkü Allah gafurdur [bağışlayıcıdır], şekûrdur.
24-26 Yoksa "Allah'a iftira etti bir yalanı" mı diyorlar?
Allah dilerse senin de kalbini üstünden mühürleyiverir. Allah bâtılı mahveder
de kelimatı ile hakkı ihkak eyler. Şüphesiz ki O bütün sinelerin künhünü bilir.
Hem odur ki O, kullarından tevbeyi kabul eder ve (onların) kabahatler(in)den
(vazgeçip) af buyurur ve her ne yaparsanız bilir ve iman edip salih ameller
yapanlara icabet buyurur, fazlı/[lütfu]ndan onlara ziyade de verir, küfredenlere
gelince, onlara şiddetli bir azap var.
27 Bununla beraber, Allah kullarına rızkı bol bol seriverse arzda azar ve
taşkınlık ederlerdi, velakin dilediği kadar bir miktar ile indiri(p ihsan
edi)yor; şüphesiz ki O, kullann(m durumun)a habîrdir [vâkıftır], basîr/[gören]dir.
28 Ve öyledir ki O, ümidi kesmişlerken feyz indirir ve rahmetini (yayıp)
neşreder. O öyle velî [koruyucu], öyle hamîd/[hamd edilen]dir.
29 O göklerin ve yerin yaratılışı ve onlarda ürettiği her dâbbenin [canlının]
üretilişi de O'nun âyet/[alamet]lerindendir ve O dileyeceği zaman onları toplamaya
da kadirdir.
30-31 Başınıza (her) ne musibet geldi ise, kendi ellerinizin kazancı (olan
günahlar sebebi) iledir, halbuki (günahlarınızın) bir çoğundan (da vazgeçip
sizi) affediyor. Hem, siz arzda (Allah'ı) aciz bırakacak değilsiniz ve size,
Allah'tan başka kurtaracak ne bir hâmi, ne de bir yardımcı yoktur.
32-34 Yine O'nun âyet/[alamet]lerindendir; denizde, o dağlar gibi (büyük
olmasına rağmen batmadan) akanlar [yüzen gemiler]. Dilerse (gemileri hareket
ettiren) o rüzgârı durduruverir de onun» sırtı üzerinde durakalır-lar; şüphesiz
ki bunda nice âyet/[işaret ve delililer var, çok sabırlı, çok şükredici her
kimse için, yahut da onları, içindekilerin ka-zançlan/Igünahlan dolayısıyla
helaka sürükler. bir çoğundan da (vazgeçip) af buyurur.
35 Hem bilsinler diye o âyetlerimizde mücadele edenler ki: Kendileri için
kaçacak yer yoktur.
36-39 Hasılı, size verilmiş bulunan şeyler hep dünya [süflî veya yakın] hayatın
geçici metaı/[kazancı]dır, Allah yanındaki ise daha hayırlı ve daha bekah/[kalıcı]dır.
Fakat (bu mükâfat) o kimseler için ki: İman etmişlerdir ve Rab'lerine itimat
ed(ip tevekkül ed)erler ve onlar ki günahın büyüklerine ve açık çirkinliklere
uzak bulunurlar ve her gazaplandıkları vakit de onlar kusur örterler ve onlar
ki Rab'leri için davete icabet etmekte ve namazı kılmaktadırlar, buyrukları
da [işleri de] aralarında şûradır {danışıklıdır), kendilerine kısmet ettiğimiz
rızıklardan onlar (hayır için) masraf da verirler ve onlar ki kendilerine
bağy [haklarına tecavüz) vâki olduğu vakit yardımlaşır, onlar öcünü alırlar.
40 Kötülüğün cezası da misli (kadar) kötülüktür, fakat herkim affedip ıslah
ederse onun da ecri [mükâfatı] Allah'adır. Her halde [şüphesiz] O zalimleri
sevmez.
41-42 Ve elbette herkim zulmolunduktan [zulme uğradıktan] sonra öcünü alırsa,
artık onlar üzerine Iceza için) yol yoktur (Ceza için) yol, ancak haksızlıkla
yeryüzünde bağy [taşkınlık] ederek nâsa [insanlara] zulmeyleyenler üzerinedir.
İşte onlara elîm [acı] bir azap vardır.
43 (Fakat), herkim de sabreder suç örterse, işte o (davranış) azmolunacak
umurdandır [işlerdendir].
44 Her kimi de Allah şaşırtırsa artık ondan sonra ona hiçbir velî [hami ve
yardımcı] yoktur ve göreceksin o zalimleri; azabı gördükleri vakit diyecekler
(ki): "Var mı (dünyaya) geri dönmeye bir yol?"
45-46 Ve göreceksin onları o ateşe arzolu-nurlarken; zilletten boyunlarını
bükerek göz altından bakarlarken; iman etmiş olanlar da şöyle demekte: "Gerçek
hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve ailelerine hasar [yazık] eden
kimselermiş". Bakın, zalimler hakikaten mukîm [daimî] bir azap içindedirler
ve onlara, Allah'ın önünden kendilerini kurtaracak velî/[hâmi]ler de yoktur.
Her kimi de Allah saptırırsa, artık onun için yol yoktur.
47 Allah'tan, redd(edilip geri çeviril-mes)ine çare olmayan bir gün gelmezden
evvel Rabbinizin davetine icabet ediniz; o gün sizin için ne sığınacak yer
vardır, ne de inkâra çare.
48 Yine aldırmıyorlarsa, biz de seni üzerlerine murakıp [gözcü] göndermedik
(y)a; sana düşen ancak tebliğdir. Fakat biz insana tarafımızdan bir rahmet
tattırdığımız vakit onunla ferahlanır ise de kendi ellerinin (yapıp) takdim
ettiği sebeplerle başlarına bir fenalık gelirse o vakit insan hepsini unutan
bir nankördür; (zira nisyan insanın tabiatında vardır, süratle nankörlüğe
gider, sanki hiç rahmet ve nimet görmemiş gibi davranır).
49-50 Allah'ındır bütün göklerin ve yerin mülkü [hükümranlığı]; dilediğini
yaratır, dilediği kimseye dişiler bahşeder, dilediği kimseye de erkekler bahşeder
yahut da onları erkekli-dişili ikizler (yapar), dilediğini de akîm [kısır]
kılar. Her halde [şüphesiz] O'nun ilmi çok. kudretine nihayet yoktur.
51 Bununla beraber, hiçbir beşer için kabil değildir ki Allah ona başka suretle
kelam söylesin; ancak vahiyle, veya bir hicap arkasından, veyahut (melekten)
bir resul gönderip de izniyle ona dilediğini vahyettirmesi müstesna; çünkü
O çok yüksek, çok hakimdir.
52-53 Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahyettirdik.
(Bu mesaj sana gelmeden önce) sen kitap nedir, iman nedir biliniyordun, velakin
biz onu bir nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz
ve emin ol sen her halde [hakikaten] doğru bir yola çağırıyor/[kılavuzluyor]sun;
o Allah'ın yoluna ki:
Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O'nundur.
Uyan! Bütün işler, döner dolaşır Allah'a varır.